Şeyh Sanan Tepesinden Zehra Üniversitesine- Dr. Veli Sırım
       







ŞEYH SAN’AN TEPESİNDEN ZEHRÂ ÜNİVERSİTESİNE

 

Dr. Veli Sırım

 

hemen yanında bulunan ve şehre hakim konumda olan bir tepe. 1130’lu yıllar.

Tiflis ve çevresi bu yıllarda Gürcü Penek Krallığının sınırları dahilinde bulunmakta.

 Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gürsoy Solmaz’ın yaptığı bir araştırmaya[i] göre, Tiflis’e nazır bu tepe, pek çok destanlara konu teşkil edecek önemli ve ibretli bir hadiseye de beşiklik etti.

Tepeye adını veren Şeyh San’an (bazı kaynaklarda San’an, Senan, Senanî, Sinanî olarak da zikredilir), Abdulkadir Geylânî hazretlerinin müridlerinden birisiydi. Çeşitli bölgelere ve beldelere İslâmı anlatmak ve tebliğ etmek maksadıyla müridlerini gönderen Geylânî hazretleri, Şeyh San’an’a şu tenbihte bulundu:

“Sen Penek’e gideceksin. Orada İslâmiyeti yayacaksın. Ola ki görevini aksatırsan, umarım ki domuzların ayakları senin omuzlarında olur.”

Şeyh Sanan, Şeyhinin bu talebi üzerine Penek’e geldi ve zikrettiğimiz tepeye yerleşti. Çevrede yaşayan insanlara İslâmı tebliğ hizmetine başladı.

Ancak bir süre sonra Gürcü Kralının kızını gördü ve ona aşık oldu.

Şeyh San’an, bu aşkın tesiriyle bir süre sonra kendisini tamamen Kralın kızına kaptırdı. Öyle ki, Kral kızının talebiyle Hıristiyan oldu. Bununla da kalmayıp, sadece ve sadece sevdiği kızı her zaman görebilmek için Krala ait domuzlara çobanlık etmeye de başladı.

Kısaca San’an, kalbindeki şiddetli aşkın tesiriyle kıza bir nevi köle olmuştu. Geride ne şeyhlik, ne de Müslümanlık kalmamıştı.

San’an, yedi yıl boyunca Penek Kralının domuzlarına çobanlık yaptı.

Bir gün, San’an’ın aklını başına getiren, Şeyhi Abdülkadir Geylânî’yi ve onun ikazını hatırlatan bir gelişme oldu. Domuzlarla ilgilendiği esnada, bir domuz yavrusu üzerine atlamış, ayakları omuzuna ve başına değmişti.

Bu küçük, ama tesiri çok büyük olan hadise, San’an’ı kendine getirmeye yetmişti. Büyük bir pişmanlık hissi içinde yanıp kavruldu. En sonunda her şeyden vazgeçip, Şeyhi Abdülkadir Geylânî’ye geri dönmeye karar verdi. Bu kararını sevgilisine aktardı ve geri döneceğini söyledi.

Bu gelişme Gürcü Penek Kralının kızını da çok etkiledi. Çünkü o da bu zaman zarfında San’an’a âşık olmuştu. San’an’ın bu kararlı tavrı üzerine Kralın kızı onunla birlikte gelmek, Müslüman olmak ve kendisiyle evlenmek istedi.

Vakit geçirmeden yola çıktılar ve hızla oradn uzaklaştılar. Ancak Penek Kralı durumdan haber alır almaz onların arkasına asker gönderdi.

Bu gelişmelere gaybî cihetten vâkıf olan Abdülkadir Geylânî, kırk müridini yardım için göndermişti. Şeyh Sanan ve eşi, diğer müridlerle Allahuekber Dağlarında buluştular. Ancak tam bu sırada Kralın askerleri onları yakaladı. Az sayıda olmalarına rağmen gelen askerlerle savaştılar.

Bu savaş neticesinde hem San’an ve eşi, hem diğer müridlerin tamamı şehid düştüler.

Geriye böyle ibretlerle ve derslerle dolu bir hadise, Tiflis’in yapıbaşındaki tepenin ismi ve en son büyük bir kahramanlığa şahid olan dağların ismi kaldı.

Tepenin ismi “Şeyh San’an Tepesi” oldu.

Dağlar, kanlarının son damlasına kadar kahramanca savaşan müridlerin “Allahu Ekber” sadâlarıyla yankılanması sebebiyle “Allahu Ekber Dağları” ismiyle anılır oldu.

Bu derin ibretlerle dolu gelişmelerin üzerinden yaklaşık 800 sene sonrası, aynı tepede, Şeyh San’an Tepesinde yine derin ibretlerle dolu bir hadise tarih sayfalarında yerini aldı.

1909 yılında meydana gelen meşhur 31 Mart Hadisesinin ardından, hiçbir suçu ve katkısı olmadığı, hattâ ayaklanma ve isyanları yatıştırıcı rol oynamasına rağmen Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harpte (Askerî Mahkeme) yargılandı ve mahkeme beratla neticelendi.[ii]

Bu gelişmenin ardından, yaklaşık bir sene kadar sonra Bediüzzaman, Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. Karadeniz üzerinden deniz yoluyla seyahat etti. İnebolu, Of, Rize ve Batum’dan sonra Gürcistan’ın başşehri Tiflis’e uğradı. Ziyareti esnasında Bediüzzaman, Şeyh Sanan Tepesi ismiyle bilinen büyük bir tepeye çıktı. Bu tepeden, Kura Nehri vadisi ile bu vadide kurulu olan Tiflis ve çevresi rahatlıkla görülebiliyordu. Rus polisi yanına geldiği sırada farkına varmamış, düşünceli bir şekilde etrafı seyrediyordu. Polis memuru ile aralarında şu konuşma geçti:

– Niye böyle dikkat ediyorsun?

– Medresemin planını yapıyorum.

– Nerelisin?

– Bitlisliyim.

– Bu Tiflis’tir.

– Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.

– Ne demek?

– Asya’da, âlem-i İslâm’da üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet (karanlık) inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane (despotluk ve baskı perdesi) yırtılacak, takallus edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.[iii]

– Heyhat! Şaşarım senin ümidine.

– Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.

– İslâm parça parça olmuş.

– Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm’ın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâ âhir.

Belki başta aktardığımız Şeyh San’an’ın başından geçenlerle Bediüzzaman Said Nursî’nin yaşadığı bu hadise arasında mezkur tepenin dışında bir irtibat kurulmayabilir. Özellikle her iki şahsiyetin bu şehre ve tepeye geliş şekilleri ve hedefleri açısından.

Buna rağmen bağlayıcı olmasa da, bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum.

Şeyh San’an’ı buraya tebliğ için gönderen Abdülkadir Geylânî, Said Nursî’nin hayatında çok önemli bir yeri vardır.

Şeyh San’an, tebliğ görevini uygulamaya bu tepede başlamış, bir tür tebliğ veya eğitim merkezi kurmuştur. Tabiî, Penek Kralının kızına gönlünü kaptırınca hadiseler tam tersi istikâmette gelişmiştir.

Şeyh San’an’ın tebliğ merkezi olarak bu tepeyi belirlemesiyle, Said Nursî’nin öteden beri kurmayı planladığı ve adını “Medresetü’z-Zehrâ” olarak belirlediği eğitim projesi için bu tepede planlar yapması bir rastlantı ve tesadüf olamaz.

Şeyh San’an, tebliğ projesini maalesef bir güzel kıza aşık olmakla devre dışı bırakmış, bir nevi ölüme terketmiştir. Buna karşılık Said Nursî, bu eğitim projesine adeta hayatını vakfetmiştir. Mısır’daki “Ezher Üniversitesi”nin bir “Kız Kardeşi” olarak vasfettiği Medresetü’z-Zehrâ projesine öylesine bir aşk ve gayretle sarılmıştır ki, bu uğurda her türlü tehlikeyi göze alabilmiştir.

“Ezher”in kız kardeşi “Zehrâ” Üniversitesine giden yolda Bediüzzaman çok büyük engellerle karşılaştı. Osmanlı döneminde olsun, Cumhuriyetin ilk yıllarında olsun ödenekler tahsis edildi, temeller atıldı.  Ama bir türlü tuğla üzerine tuğla konulamadı.

Ama bütün bu olumsuzluklar, bir başka ifadeyle olumsuz  “gibi” görülen aksaklıklar, sanki kader cihetinden bu projenin çok daha farklı ve çok daha tesirli bir şekilde vücuda gelmesi için şartların olgunlaşmasına vesile olmaktaydı.

Sonunda beklenen gerçekleşti.

Barla’nın dağ ve bahçelerinde yankılanan “Yaz kardeşim!” nidaları, dağları taşları, kuşları çiçekleri, denizleri bulutları, hülâsa bütün dünyayı; sayısız güneşleri ve yıldızlarıyla bütün kâinatı “Medresetü’z-Zehrâ”ya, “Zehrâ Üniversitesi”ne çevirdi.

Kur’an-ı Kerim bu üniversitenin temel kitabı oldu.

Yüzbinlerce el ile yazılıp elden ele dolaştırılarak çoğaltılan, dağıtılan ve okunan Kur’an’ın tefsiri Nur Risaleleri ise birer ders kitabı.

İşte o gün bu gündür, ilk başta Barla, şimdi bütün dünya Zehra Üniversitesi.

Köylüsünden şehirlisine, çocuğundan yaşlısına, ilkokul mezunundan profesörlerine kadar yüzmilyonlarca insan o üniversitenin birer talebesi konumunda.



[i] 26 Mayıs 2004 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen “Ermeni Araştırmaları İkinci Uluslararası Kongresi”nde Yrd. Doç. Dr. Gürsoy Solmaz tarafından “Ortaçağdan Günümüze Kadar Gelen Sarı Gelin Türküsü ve Menkibesi” başlığıyla tebliğ olarak sunulmuştur.

[ii] Bu hadise ve sonraki dönemler hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Şükran Vahide, Bediüzzaman Said Nursi Entelektüel Biyografisi, Etkileşim Yayınları, İstanbul-2006.

[iii] Abdurrahman Nursî, Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı, 34-35. (1990 yılında, Bitlis ve Tiflis, “kardeş şehir” ilan edildi.)


Bu Yazı 324 Defa Okunmuştur.

Yazıya Yorum Yap
Adınız : 
Yorumunuz : 

Habere Yapılan Yorumlar
Gündoğmuş TV
FOTOĞRAFLAR
DERGİ KAPAK
Muzik